3 Ocak 2020 Cuma

Silahlı Drone'ların tarihi

Savaşların kazananı yoktur derler. İnsanlık tarihinden beri savaşlarda üstünlük sağlamak için her türlü yol denendi. Taş ve sopalarla başlayan yaşam savaşlarından, 21. yy çıkar savaşlarına kadar aslında savaş kaideleri pek de değişmiş sayılmaz.

 Battle of Platea (479 BC) between the Greeks and Persians

Battle of Plataea (m.ö. 479)


Bilim yarar sağladığı kadar yıkım da sağlamıştır. Roma İmparatorluğu teknolojinin en aktif kullanıldığı ordulardan biriydi. Mekanik savaş makineleri Yıllar boyunca tam olarak yapması gerekeni yaptı. Savaş alanında en çok korkulan şey niteliği ve yeri bilinmeyen gizli kuvvetler ve silahlardır.

At hali hazırda savaş alanında zaten kullanılıyordu. Filler de öyle. Savaş makinelerini hızlı nakledecek hareket kabiliyeti yüksek savaş arabaları. O zamanların tankı sayılabilecek dev cüsseli fillerin de savaş makinesine dahil edilmesi çok eski zamanlara dayanıyordu. Öyle ki üzerine küçük toplar kerleştirilen filler tam manasıyla tank olarak kullanılmıştı.

elephant cannon ile ilgili görsel sonucu

M.S. 500 ve 600'lü yıllarda Avrupa'nın doğudan gelen istilacılardan korkmasının en büyük sebeplerinden biri de buydu. Karşısında halkı ordu gibi eğitilmiş neredeyse kadın erkek çoluk çocuk demeden silah kullanmayı bilen bozkır göçebeleri vardı. Üç yaşından itibaren keçilere koyunlara bindirilip ellerine ok yay verilen ve istisnasız silah kullanımına aşina bu göçebeler Avrupa üstünde büyük bir korku yaratmıştı. Ama esas korku yaratan silah kullanan halk değil, kullandıkları o zamanın en etkili silahı olan yay ve süvarinin birleştirilmiş hali Atlı okçulardı.


Akdeniz yaylarına benzeyen çok parçalı yay diğerlerinden çok farklıydı. Avrupa'da bilinen yaylara benzemiyordu. Kısaydı ters bükümlüydü ama Akdeniz yayları gibi kullanılırken yatırılarak kullanılmıyordu. Diğerlerine göre atış tekniği daha önce görmedikleri bir şekildeydi ve bir süvari dakikada seri atış yaparlarsa 25-30 ok gönderebiliyorlar Avrupa yaylarının menzili dışından düşmanlarını oklayabiliyorlardı. Ve bu yay bozkır göçebeleri ve soydaşları tarafından 17.yy sonlarına kadar çok etkili bir şekilde kullanıldı.

Ateşli silahların savaş sahnelerinde boy göstermesi tüfeğin yaygınlaşmasına kadar sadece kale kuşatmalarında olmuşken, Tüfeğin yaygınlaşması korku faktörünün nispeten de olsa azalmasına sebep olmuştu. Herhangi bir köylüyü alıp çok kısa sürede tüfekle savaşacak şekilde eğitip savaşa hücuma veya savunmaya gönderebilmek pek göze çarpmasa da çok şeyi değiştirmiş, Halkın potansiyel ordu olma dönemini başlatmıştı. Teknoloji Savaşlardaki kayıpları çoğaltmış ama gözden çıkarabilecek bir çok askeri yönetenlerin hizmetine vermişti.

Ama 1911 ilk defa Libya semalarında uçak saldırı amaçlı kullanıldığında savaş doktrininde yeni bir değişim meydana gelmişti. Ama insanlı olarak kullanılan tank ,top ve zırhlı araçlar kayıpları azaltsa da hala kayıp veriliyordu. Ama yine teknoloji işin seyrini değiştirecekti. Ama ondan önce 1909 yılında insansız hava araçları için ilk ataletsel seyrüsefer sisteminin atası olacak sistemleri geliştiren Elmer Sperry'nin icadı buna ön ayak olacaktı.

Ama insansız olarak da kullanılabilen ilk araç Hewitt-Sperry Otomatik Uçağı'ydı Bombardıman amacı kullanılan bir uçaktı ve seyir füzesi mantığıyla gitse de bir uçaktı.

İlk dünya savaşının bitiminin üstünden daha 20 sene geçmeden Alman diktatör Adolf Hitler'in Almanya'yı 13 sene gibi bir sürede sanayi gücüyle kalkındırması ve yeni bir savaş makinesi yaratması 2. Dünya Savaşı'nın körüklenmesine neden oldu. Ki bu diktatörün hırsı savaş makinesine gelecek herhangi bir projeyi zafere katkısı olacaksa kabul edecekti. Ve geldik esas konumuza. İlk savaş dronunun çıktığı zamana.

1941'de Pearl Harbor baskınından sonra savaşa dahil olan başka bi hırslı ülke olan Amerika Birleşik Devletleri 1944'te Fransa'nın Normandiya kıyılarına çıkartma yaptığında ilk insansız savaş aracı da ortaya çıkmış oldu. Goliath. Tam manasıyla insansız ilk savaş aracıydı. İçine TNT kalıpları yerleştirilip kordonlu bir kumandayla idare ediliyordu. Esas olarak müttefik tanklarının altına girip patlayarak imha etmesi için tasarlanmıştı.

Bütün bunlar olurken İngiliz topraklarında halk vızıltılardan korkar biçimde kafalarını sığınaklardan çıkartamıyorlardı. Bunun sebebi ise seyir füzesi veya insansız hava araçlarının ilkinden sayabileceğimiz V-1 füzeleriydi. Kendine has vızıltı sesinden dolayı "vızıldayan bombalar" olarak adlandırılan bu bombalar nitelik olarak olmasa da psikolojik olarak İngilizleri bayağı zorlamıştı.

Basit bir güdüm sistemine ve bir jet motoruna sahip V-1 hedef gözetmeksizin Londra semalarından yeryüzüne inip rastgele yıkıma sebep oluyordu. Ama ne V-1 ne de diğer silahlar Almanların 2. Dünya Savaşı'ndan galip çıkmasını sağlayamadı. Ama insansız sistemlerin çağı yavaş ve emin adımlarla tarih sahnesine girmişti.

Ama ne kadar başlangıç yapsa da , insansız sistemlerin savaş alanlarında hak ettikleri yeri almaları için uzun bir zaman beklenmesi gerekiyordu. En azından 20. yy. sonlarına kadar.

2. Dünya Savaşı'ndan bir süper güç olarak çıkan Amerika Birleşik Devletlerin ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Dünyayı iki kutuba böldüğünde savaşların da şekil değiştirmesi kaçınılmaz olmuştu. Ve sözlüklere yine yeni yeniden bir sözcük daha girmişti. Gayrinizamî harp diğer bir değişle "Asimetrik Savaş".

Dünya üzerinde ciddi manada Gerilla savaşı kazanan tek ordu bizim ordumuzdur. En azından bağımsızlığını bu yolla kazanan tek millet Türk milletidir. 2. Dünya Savaşı'nda şehirler savaş alanlarına dahil olunca asimetrik savaşın da önemi anlaşılmaya başlandı. Meskun mahal çatışmaları 1. Dünya Savaşı'nda makineli tüfeklerin yol açtığı tıkanmalara tekrar cephe tıkanmalarına sebep oldu. taktikler değişti. Alan Savunmasının önemi pekişti ve uçakların önemi daha da arttı. Ama uçakların kaybı da aynı zamanda bu kadar büyük çatışmalarda pilot kaybı da demekti.

Soğuk savaş ikinci bir terimi daha savaş literatürüne soktu. Vekalet Savaşları. Kore, Kıbrıs, Afganistan, şu an Ortadoğu'da yaşanan çatışmalar hiç bir zaman direkt olarak iki devlet veya devletler arasında resmi savaşlar değildi. Amerika ve Sovyetler de  hiç bir zaman birbirleriyle direkt olarak savaşmadılar. Paramiliter guruplar, direnişçiler, terör örgütleri hep bunun için kullanıldı. Ve 90'lardan sonra bu vekiller bir süre sonra başa bela oldu. işte Tam o sırada ilk olarak istihbarat sonra kara saldırısı ve yakın gelecekte de hava-hava çatışmaları için İnsansız sistemler sahneye çıktı.

Afganistan ve Pakistan'daki Taliban hedeflerine karşı MQ-1 Predator sonrasında ise füzelerle donatılmış MQ-9 Reaper şu an en aktif kullanılan sistemler olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Herhangi bir radar sistemi olmayan erken uyarı sistemlerine sahip olmayan silahlı gruplara ölüm kusan bu sistemler hiç beklemedikleri anda özellikle gece saatlerinde saldırıyor, sonra da hiç bir şey olmamış gibi geri dönüyor, fark edilip düşürülse bile pilot kaybı olmadığından sadece maddi zarara sebep oluyordu.

Tarihsel gelişim için burada hepsini paylaşmam mümkün değildi ama bunun için buradan vereceğim linke tıklayarak listeye ulaşabilirsiniz.

Şu an Avrupa'daki en büyük İHA filosuna sahip Türkiye'nin de terörle mücadeledeki elini değiştirmiş sistemler, gelecekte savunmada önemli ve caydırıcı güç olarak kullanılmaya devam edecektir. Türkiye'nin ise insansız platformlarla olan hikayesini ise bir sonraki yazımda anlatacağım.

4 Aralık 2019 Çarşamba

Savaş Makineleri. En ölümcül sanat eserleri.

İnsanlık ortaya çıkışından beri korku en büyük yönlendiricisi olmuştur.  Bu şahsi korkular olarak değil genellikle gelecek nesillerin ve refahın kaybolması korkusudur.  Düşünün...  İlk kabileler yiyeceklerini yaşam alanlarını korumak, çocuklarının ailelerinin canını korumak için savunma mekanizmalarını geliştirmişlerdir.  İlk savaş aletlerinin yani  ilk savaş makinesinin doğduğu yıllar da bu yıllara denk gelir.

Peki ya nüfus çoğaldıkça ne olur. yani ne yapmanız gerekir.  Bunun için üç  izlenebilecek yol var:

  1. Kaynaklar yaşadığınız bölgede yetersizse, ne kadar bilginiz olmasa da yeni kaynakların olduğu bölgeler keşfedip oraya yerleşirsiniz.
  2. Kaynaklarınız boldur ama yaşam alanınız dardır. Alanınızı genişletmek için yine yeni yerler peşinde koşup yaşam alanları oluşturursunuz.
  3. İkisi de yeterlidir ama üstteki iki maddede açıkladığım kitleler yaşam alanınızı korumak için mecburi   bir savunma mekanizması oluşturursunuz. Nüfus çoğalması korunma için bir kriter halini alır.
Taş ve sopaların işlevi burada ortaya çıktı. Taşlar ve soplar sivriltildi. Korkutmak amaçlı olanlar yetmeyince yaralama ve öldürme amaçlı silahlar doğdu. Oklar, yaylar, mızraklar yapıldı, savunma için kalın hayvan derileri kullanıldı. Ateş keşfedildi madenler işlenmeye başlandı ve kullanıldı.

Nitekim Orta Çağ'a kadar da bu şekilde kullanılıp kitleleri  öldürmek için daha fazla silah yapıldı.
Sayı hep silahlar için tek güç ölçeği oldu. Ama Çin'de eğlence için imal edilen yanıcı bir tür   siyah toz tümüyle her şeyi  değiştirdi. Ateşli silahlar Orta  Çağ'dan önce de vardı ama Ortaçağ'da mekaniğin ve fiziğin bağnazlığa karşı gizli gizli yapılan hamlesiyle ne acıdır ki bağnazlığın temel savunma mekanizması oldu.

İstanbul'un Fethi tarih sahnesinde Barut'un en büyük zaferiydi. Kalelerin arkasında güvenle yaşayan şehir krallıkları diken üstündelerdi ve Osmanlı bilimi o zamanlar bir güç olarak kullanmakta ustaydı. Bilimin Avrupa'nın yozlaşmasından sonra el değiştirmesi fazla da sürmedi. İslam dünyasının bilimle tanışması sadece manevi olarak değil teknolojik olarak da bir süper güç olmasına vesile oldu.

İslam orduları her geçen gün yayılmasını ve gücünü arttırırken Avrupa Dogmalarıyla uğraşıyordu.


Arthur C. Clarke “Yeterince gelişmiş bir teknoloji, sihirden ayırt edilemez


Zamanında Roma'nın yaptığını ortaçağda sonra İslam orduları yaptı. 

Her ne kadar İslam'ın ilk dönemlerinde bu dine tabii olmasalar da Türk topluluklarının da yaptığı buydu. Ellerindeki yaylar o zamanki tüm silahlardan daha etkili ve daha korkulan silahlardı. Hele ki Atlı  okçular o zamanlar savaşın vazgeçilmez taktiklerinden olan meydan savaşlarında yenilemez bir platforma dönüşüyordu.

Gelelim Endülüs ve Osmanlı'ya. Endülüs medeniyeti İspanya topraklarında İslam ordularının zaferinden sonra bir Ütopyaya dönmeye başladı.    Astronomi, felsefe, optik, mekanik, matematik, kimya, fizik gibi alanlarda Yunan alimlerinden aldıkları bilgileri onların ulaşamayacakları kadar ileri götürdüler.  Ta ki Ortaçağ'da İspanyol ordularının gazabına uğraya kadar.

Nitekim Osmanlı güçlenmeye devam ediyordu. Müslümanlar hala tam anlamıyla Avrupa  kıtasından hala silinememişti. Avrupalıların korkulu rüya dönemleri devam ediyordu. O zamana kadar görülmemiş toplar hep teknolojinin ve bilimin eseriydi. İstanbul'u düşüren toplar.

Nitekim Osmanlı'nın bu teknoloji üstünlüğü 1600'lere kadar sürdü. Sonrasındaysa üstünlük hırsının kamçıladığı Avrupa dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir bilim hamlesine başladı. Coğrafi keşiflerle birbirine yakınlaşan Dünya kıtalarına yayılmış devletlerden bulabildikleri ne kadar işe yarar ticari mal yada kitap varsa getirdiler. Sonucunda matbaa muhabbeti. Bilgiyi ne kadar hızlı yayarsanız o kadar hızlı gelişirsiniz. Potansiyel akıl gücünü kullanmak için bilgiye erişimi kolaylaştırdılar. Kilise'nin her dediği emir değildi artık. Bağnazlık pençesinden kurtulan herkes bilgiye akın etti.

Sonucunda o zamana kadar hiç görülmemiş bir şekilde teknoloji gelişti.  Askeri alanda her yapılan yeniliğin sivil alana yansımasının olduğu şu zamanların aksine 1600'lerden 1800'lerin ilk yıllarına kadar sivil alanda kullanılan her şey askeri alanda sonradan kullanılıyordu. Nitekim 1900'lere kadar Bugün askeri güç anlamında kullandığımız savaş makinesi deyimi ortaya çıktı. Buharlı devasa ölüm kusan savaş gemileri, henüz erken dönemde olsalar da tanklar, makineli tüfekler. öyle ki endüstri devrimi hayatın her alanına girmiş, üretimler artmış, refah yükselmişti. Avrupa'da orta sınıf resmen tarih sahnesi boyunca hiç görmedikleri kadar bolluğa ulaşmışlardı. ve en sonunda Avrupa kendi kaynaklarını tüketmişti. Bunun için de en iyi bildikleri şeyi yaptılar. Haçlı ordularının zenginlik vaatleriyle eli silah tutan herkesi nasıl seferber ettiyse yine  aynısı oldu. Avrupa orduları kaynak için dünyanın dört bir yanına dağıldılar ve savaş makinesi ölüm kusmaya devam etti. Yakasını kurtarabilen kurtardı. kurtaramayan 21.yy'da bile sömürülmeye devam etti.

Savaş bir sanattır. Savaş makinesi ise sanat eseridir. Bugün hayranlıkla bakılan tüm savaş aletleri binlerce yıldır süre gelen bir sanat tekniğinin ve bilimin eseridir. Ne kadar uzun soluklu olur sa olsun insanlık var oldukça gelişen tek sanat da bu olacaktır. En ölümcül sanat eseri.


20 Kasım 2019 Çarşamba

Basitçe Türkiye... Bölüm 1

Mevecut bulunduğumuz topraklar Dünya'nın lanetli topraklarıdır.  İlk Anadolu medeniyetlerinden Osmanlı İmparatorluğuna kadar bir çok devlete, halka ve medeniyete mezar olan topraklar...

Peki, bir soru... Tek kurşunla 20 küsur milyon kişiyi öldürebilir misiniz?

1.inci  Dünya Savaşı'nda olan buydu. Azmettirilen bir Sırp milliyetçisinin  Avusturya-Macaristan veliahdına yaptığı suikast tam olarak buydu. Sömürge politikaları ve politik çekişmelerle Avrupa 20.nci yüzyılda endüstrinin savaş makinesine dönüşümünü parlayan gözlerle izledi. Yıllarca baş edemedikleri Doğu ile aralarında kalan 2 kaleyi yıkacak veya etkisiz kılacak büyüklükte bir savaş makinesi.

Osmanlının son zamanlarını yaşarken reform hareketleri ne kadar hareketlenirse hareketlensin paçasını kurtaracak ne takati , ne ekonomisi  , ne de teknolojisi vardı. Halkın büyük bir kısmı eğitimsiz çiftçilerden oluşuyordu. Hastalıklardan ve kıtlıktan kendini kurtaramayan Osmanlı Tebaası da boynu bükük başını eğmiş kaderine kendini teslim etmiş gibi görünüyordu.

Günümüzdekinden daha fazla olmak üzere şehirleri köyleri gezen istihbaratçılar, ayrılıkçı çeteler, parlamento ve saraydaki sızmalar. Osmanlı güçsüz düşmüştü. İlk aşama tamamdı.  Ancak Osmanlı ilhak  edilmeliydi. Çok geniş bir coğrafyada çok geniş ürün ve hammadde yelpazelerine sahip Osmanlı toprakları mutlaka ele geçirilmeliydi. Ve öyle de oldu. Cezayir, Trablus, Mısır, Suriye, Irak, Hicaz, Balkanlar, Kafkaslar... Hepsi birer birer düştüler. Anadolu kalan tek parçaydı. Diğerleri kaynak demekti. Anadolu ise lojistik demekti. İki  kaleden ilki neredeyse düşmüştü.

Diğer kale Rusya ise içindeki Bolşeviklerle uğraşmasına rağmen iyi durumdaydı. Zayıflatmak maliyetliydi. Yıkamıyorsan yanına çekersin. Nitekim öyle de oldu. Dünya savaşı başladığında İttifak devletleri Rusya'ya her zaman büyük gayesi olan sıcak denizleri önerdi. Rusya vaatle geçilebilir kılınmıştı.

Her zamanki düşünce Almanya yenik  düştü  biz de yenik sayıldık mevzularına girmeden özet geçecek olursak Osmanlı'nın kaderi zaten çok önceden savaş başlamadan belliydi.

Savaştan sonra Anadolu parça parça  işgal edilmeye başlamış ve  Osmanlı hükümeti düşmüş olmasına rağmen kukla hükümet olarak varlığını sürdürüyordu.

Batı'nın gözünde bir parça da olsa Bizans'ın mirasçısı olarak görünen Osmanlı İmparatorluğu'nun işgalinden sonra Yunanistan kendisini halihazırda zaten Bizans'ın mirasçısı ilan etmişti. Bu sebeple Eski Bizans topraklarını istiyordu. Bunun için de on yıllardır zaten ateşli bir propaganda yapılıyordu. Lloyd George ise beklenilen işareti vermekte gecikmemişti:

"Osmanlı Devletin'nin mirasçısı Yunanistan'dır."

İtalyanlara vaat edilen ganimetler olan İzmir çevresi ve bir miktar ege kıyı olan toprak Yunanlılara peşkeş çekilmişti.

Mustafa Kemal'in İstanbul'da işgale karşı çıkma çabaları da boşa çıkmıştı.  Tek seçenek kalmıştı. Direnişi Anadolu'dan başlatmak. Mustafa Kemal 'in bu hamlesini sırayla kongreler,  bildirgeler, ve görüşmeler takip etti. Direniş ruhu Anadolu'da uyanmaya başlamıştı.  O harap haldeki halk ne hikmetse bir güçle dikilmeye fırsat buldu. Kalktı.  Yürüdü. Kendi bağımsızlığını kazanmak için yüzbinlerce candan geçti.

29 Ekim'de hadi cumhuriyeti ilan edelim diyerek ilan edilmemişti cumhuriyet. Çetrefilli, taş ve çakıl dolu yollarda, yalınayak, bıçak sırtında ilan edildi. ilan edildiğindeyse Mucize gerçekleşmişçesine hızlıca o liderin etrafında gelişmek hevesiyle çalışıldı. Cumhuriyetin ilk 15 yılı boyunca neredeyse küllerinden bir modern devlet kuruldu.

Ama ne olduysa 2.nci dünya savaşından sonra oldu.

1950'li yıllar çok partili dönemin etkisinde resmen bir yeni işgale sahne oldu. Şu anki muhabbetlerin döndüğü tren farikalarının uçak fabrikalarının kapatıldığı Ordunun tamamen teçhizat olarak yabancılaştığı yıllar. NATO adı altında soğuk savaşın ilk yıllarında o meşhur  "eksen kayması" nın yaşandığı yıllar. Amerikan-Türk ilişkileri o zamanlara kadar ki eşit devlet seviyesindeyken bu seviye 1950'li yıllarda abi kardeş. 80'li yıllardaysa tam anlamıyla köle Efendi  düzenine dönmüştü.

Darbeler silsilesiyle Türkiye onlarca yıl olduğu yerde saymakla kalmadı geriledi. 1960 öncesinde iki kutuplu dünya yüzünden, 1960'ta darbe yüzünden, 1970'te radikal sol,radikal sağ ve radikal milliyetçi hareketler yüzünden, 1980'de yine darbe, 1980 darbesinden sonra asala teröründen, sonrnasında Pkk teröründen,  sonrasında yine radikal dinci örgütleri bahane edip duran  siyasetçiler ve onların ekmeğine yağ süren tarikatlar yüzünden ve 90'lar... Benim hatırlayabildiğim tek dönem. ve hatırlamak istemeyeceğim tek dönem de.İşte benim analizini ve hakkında düşüncelerimi ortaya koyacağım konuların başlangıcı.. Sonrasını bir sonraki bölümde anlatacağım.

19 Kasım 2019 Salı

Selamlar...

Her Yol Ayrımı Yeni Bir Başlangıç


Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğu, artık çekilen dertlerden mi ,yoksa tam olarak meraktan mı bilemem ama politik ve siyasi konuları, konumları, sorunları tartışmaya bayılırız. Ben de bunlardan biriyim. Ama benim yaşım pek de en buhranlı zamanları hatırlamaya müsait değil.

Ankara'nın Keçiören ilçesinde çocukluğumu geçirdim. Gecekondu mahallesi kültüründe sobalı evlerde yaşayan kuşağın son temsilcilerindenim  diyebilirim. Benim hatırımda kalan en erken anılar 90'lı yılların sonuna ait. O zamanlar ki o zamanlar anlayacak yaşlarda olmasam da şimdi aklımda çözümleyebildiğim bir çok olaya şahit oldum. En berrak olanı ise  Elinde G3 piyade tüfeğiyle mavi beresiyle çocukluğumuzun en gurur verici yüzleri olan Türk komandolarıydı...

Elimizde oyuncak tüfekler bizim neredeyse en değerli eşyalarımızdı. Olayın vahametini anlamadan çocukla hislerle yaptığımız taşlı boncuklu çatışmalar hep aklımdadır.

O yıllarda gırtlağına kadar borçlarla boğulmuş, bölücü örgüt tarafından askerleri sivilleri memurlarıyla şehit edilen Türk milletinin kinini bastıran tek şeyi inancıydı ve imanıydı. Aynı şeylerin Avrupa'nın herhangi bir ülkesinin başına gelmeden Ortadoğu'dan sivri  dişlerini çekmediklerini hesaba katarsak, bu millette evliya sabrı var demektir.

Askerliğimi Fırat Kalkanı harekatına denk gelmiş ve Gaziantep'e usta asker olarak gönderilmiş bir asker olarak 12 ay uzun dönem askerliğimi yapıp döndüğümde her şeyin bu kadar değişeceğine inanın ihtimal vermezdim. Her ne kadar güvenli bir noktada hiç mermilere, çatışmalara şahit olmamış biri olarak bile bir çok şeye şahit olup bir çok bilgiye öğrenmemiz gereken kadarını öğrenmiştim. Bu bloğa başlama amacım tamamen merak ettiklerimi, araştırdıklarımı, düşüncelerimi birileriyle paylaşma amacıyladır. Liseden sonra sadece politika değil bilime, savuna ve uzay teknolojilerine, mesleğim gereği bilişim teknolojilerine ilgim olduğunu fark ettim. Temelde de yazılarımı paylaşacağım başlıklar bu konular altında olacaktır.

Buradaki yazılan yazılar tamamen kendi görüşlerim ve kaynaklardan elde ettiğim bilgilerle size aktardığım konulardır. Kendi mesleğim dışında da herhangi  bir konuda uzmanlık iddia edecek değilim. Haddim de değildir. Tamamen kendi görüşlerimi aktarma takıntımdan kaynaklıdır. Her Türk vatandaşının az çok hakim olduğu konuları, teknolojileri ki bu sivil veya askerî değil hepsine meraklı bir halk olduğumuzu göz önünde bulundurarak değineceğim konuları aktarmak en büyük isteğimdir. Politik konularda da aynı isteğimin olduğunu belirtmeliyim.

Her zaman kendini geliştirmeye çalışan bir Türk vatandaşı olarak gayem Gazi  M. Kemal Atatürk'ün gösterdiği yolda görevini en iyi yapan bir Türk olmaktır.  Saygılarımla...

Silahlı Drone'ların tarihi

Savaşların kazananı yoktur derler. İnsanlık tarihinden beri savaşlarda üstünlük sağlamak için her türlü yol denendi. Taş ve sopalarla başla...