İnsanlık ortaya çıkışından beri korku en büyük yönlendiricisi olmuştur. Bu şahsi korkular olarak değil genellikle gelecek nesillerin ve refahın kaybolması korkusudur. Düşünün... İlk kabileler yiyeceklerini yaşam alanlarını korumak, çocuklarının ailelerinin canını korumak için savunma mekanizmalarını geliştirmişlerdir. İlk savaş aletlerinin yani ilk savaş makinesinin doğduğu yıllar da bu yıllara denk gelir.
Peki ya nüfus çoğaldıkça ne olur. yani ne yapmanız gerekir. Bunun için üç izlenebilecek yol var:
- Kaynaklar yaşadığınız bölgede yetersizse, ne kadar bilginiz olmasa da yeni kaynakların olduğu bölgeler keşfedip oraya yerleşirsiniz.
- Kaynaklarınız boldur ama yaşam alanınız dardır. Alanınızı genişletmek için yine yeni yerler peşinde koşup yaşam alanları oluşturursunuz.
- İkisi de yeterlidir ama üstteki iki maddede açıkladığım kitleler yaşam alanınızı korumak için mecburi bir savunma mekanizması oluşturursunuz. Nüfus çoğalması korunma için bir kriter halini alır.
Taş ve sopaların işlevi burada ortaya çıktı. Taşlar ve soplar sivriltildi. Korkutmak amaçlı olanlar yetmeyince yaralama ve öldürme amaçlı silahlar doğdu. Oklar, yaylar, mızraklar yapıldı, savunma için kalın hayvan derileri kullanıldı. Ateş keşfedildi madenler işlenmeye başlandı ve kullanıldı.
Nitekim Orta Çağ'a kadar da bu şekilde kullanılıp kitleleri öldürmek için daha fazla silah yapıldı.
Sayı hep silahlar için tek güç ölçeği oldu. Ama Çin'de eğlence için imal edilen yanıcı bir tür siyah toz tümüyle her şeyi değiştirdi. Ateşli silahlar Orta Çağ'dan önce de vardı ama Ortaçağ'da mekaniğin ve fiziğin bağnazlığa karşı gizli gizli yapılan hamlesiyle ne acıdır ki bağnazlığın temel savunma mekanizması oldu.
İstanbul'un Fethi tarih sahnesinde Barut'un en büyük zaferiydi. Kalelerin arkasında güvenle yaşayan şehir krallıkları diken üstündelerdi ve Osmanlı bilimi o zamanlar bir güç olarak kullanmakta ustaydı. Bilimin Avrupa'nın yozlaşmasından sonra el değiştirmesi fazla da sürmedi. İslam dünyasının bilimle tanışması sadece manevi olarak değil teknolojik olarak da bir süper güç olmasına vesile oldu.
İslam orduları her geçen gün yayılmasını ve gücünü arttırırken Avrupa Dogmalarıyla uğraşıyordu.
Arthur C. Clarke “Yeterince gelişmiş bir teknoloji, sihirden ayırt edilemez”
Zamanında Roma'nın yaptığını ortaçağda sonra İslam orduları yaptı.
Her ne kadar İslam'ın ilk dönemlerinde bu dine tabii olmasalar da Türk topluluklarının da yaptığı buydu. Ellerindeki yaylar o zamanki tüm silahlardan daha etkili ve daha korkulan silahlardı. Hele ki Atlı okçular o zamanlar savaşın vazgeçilmez taktiklerinden olan meydan savaşlarında yenilemez bir platforma dönüşüyordu.
Gelelim Endülüs ve Osmanlı'ya. Endülüs medeniyeti İspanya topraklarında İslam ordularının zaferinden sonra bir Ütopyaya dönmeye başladı. Astronomi, felsefe, optik, mekanik, matematik, kimya, fizik gibi alanlarda Yunan alimlerinden aldıkları bilgileri onların ulaşamayacakları kadar ileri götürdüler. Ta ki Ortaçağ'da İspanyol ordularının gazabına uğraya kadar.
Nitekim Osmanlı güçlenmeye devam ediyordu. Müslümanlar hala tam anlamıyla Avrupa kıtasından hala silinememişti. Avrupalıların korkulu rüya dönemleri devam ediyordu. O zamana kadar görülmemiş toplar hep teknolojinin ve bilimin eseriydi. İstanbul'u düşüren toplar.
Nitekim Osmanlı'nın bu teknoloji üstünlüğü 1600'lere kadar sürdü. Sonrasındaysa üstünlük hırsının kamçıladığı Avrupa dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir bilim hamlesine başladı. Coğrafi keşiflerle birbirine yakınlaşan Dünya kıtalarına yayılmış devletlerden bulabildikleri ne kadar işe yarar ticari mal yada kitap varsa getirdiler. Sonucunda matbaa muhabbeti. Bilgiyi ne kadar hızlı yayarsanız o kadar hızlı gelişirsiniz. Potansiyel akıl gücünü kullanmak için bilgiye erişimi kolaylaştırdılar. Kilise'nin her dediği emir değildi artık. Bağnazlık pençesinden kurtulan herkes bilgiye akın etti.
Sonucunda o zamana kadar hiç görülmemiş bir şekilde teknoloji gelişti. Askeri alanda her yapılan yeniliğin sivil alana yansımasının olduğu şu zamanların aksine 1600'lerden 1800'lerin ilk yıllarına kadar sivil alanda kullanılan her şey askeri alanda sonradan kullanılıyordu. Nitekim 1900'lere kadar Bugün askeri güç anlamında kullandığımız savaş makinesi deyimi ortaya çıktı. Buharlı devasa ölüm kusan savaş gemileri, henüz erken dönemde olsalar da tanklar, makineli tüfekler. öyle ki endüstri devrimi hayatın her alanına girmiş, üretimler artmış, refah yükselmişti. Avrupa'da orta sınıf resmen tarih sahnesi boyunca hiç görmedikleri kadar bolluğa ulaşmışlardı. ve en sonunda Avrupa kendi kaynaklarını tüketmişti. Bunun için de en iyi bildikleri şeyi yaptılar. Haçlı ordularının zenginlik vaatleriyle eli silah tutan herkesi nasıl seferber ettiyse yine aynısı oldu. Avrupa orduları kaynak için dünyanın dört bir yanına dağıldılar ve savaş makinesi ölüm kusmaya devam etti. Yakasını kurtarabilen kurtardı. kurtaramayan 21.yy'da bile sömürülmeye devam etti.
Savaş bir sanattır. Savaş makinesi ise sanat eseridir. Bugün hayranlıkla bakılan tüm savaş aletleri binlerce yıldır süre gelen bir sanat tekniğinin ve bilimin eseridir. Ne kadar uzun soluklu olur sa olsun insanlık var oldukça gelişen tek sanat da bu olacaktır. En ölümcül sanat eseri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder