20 Kasım 2019 Çarşamba

Basitçe Türkiye... Bölüm 1

Mevecut bulunduğumuz topraklar Dünya'nın lanetli topraklarıdır.  İlk Anadolu medeniyetlerinden Osmanlı İmparatorluğuna kadar bir çok devlete, halka ve medeniyete mezar olan topraklar...

Peki, bir soru... Tek kurşunla 20 küsur milyon kişiyi öldürebilir misiniz?

1.inci  Dünya Savaşı'nda olan buydu. Azmettirilen bir Sırp milliyetçisinin  Avusturya-Macaristan veliahdına yaptığı suikast tam olarak buydu. Sömürge politikaları ve politik çekişmelerle Avrupa 20.nci yüzyılda endüstrinin savaş makinesine dönüşümünü parlayan gözlerle izledi. Yıllarca baş edemedikleri Doğu ile aralarında kalan 2 kaleyi yıkacak veya etkisiz kılacak büyüklükte bir savaş makinesi.

Osmanlının son zamanlarını yaşarken reform hareketleri ne kadar hareketlenirse hareketlensin paçasını kurtaracak ne takati , ne ekonomisi  , ne de teknolojisi vardı. Halkın büyük bir kısmı eğitimsiz çiftçilerden oluşuyordu. Hastalıklardan ve kıtlıktan kendini kurtaramayan Osmanlı Tebaası da boynu bükük başını eğmiş kaderine kendini teslim etmiş gibi görünüyordu.

Günümüzdekinden daha fazla olmak üzere şehirleri köyleri gezen istihbaratçılar, ayrılıkçı çeteler, parlamento ve saraydaki sızmalar. Osmanlı güçsüz düşmüştü. İlk aşama tamamdı.  Ancak Osmanlı ilhak  edilmeliydi. Çok geniş bir coğrafyada çok geniş ürün ve hammadde yelpazelerine sahip Osmanlı toprakları mutlaka ele geçirilmeliydi. Ve öyle de oldu. Cezayir, Trablus, Mısır, Suriye, Irak, Hicaz, Balkanlar, Kafkaslar... Hepsi birer birer düştüler. Anadolu kalan tek parçaydı. Diğerleri kaynak demekti. Anadolu ise lojistik demekti. İki  kaleden ilki neredeyse düşmüştü.

Diğer kale Rusya ise içindeki Bolşeviklerle uğraşmasına rağmen iyi durumdaydı. Zayıflatmak maliyetliydi. Yıkamıyorsan yanına çekersin. Nitekim öyle de oldu. Dünya savaşı başladığında İttifak devletleri Rusya'ya her zaman büyük gayesi olan sıcak denizleri önerdi. Rusya vaatle geçilebilir kılınmıştı.

Her zamanki düşünce Almanya yenik  düştü  biz de yenik sayıldık mevzularına girmeden özet geçecek olursak Osmanlı'nın kaderi zaten çok önceden savaş başlamadan belliydi.

Savaştan sonra Anadolu parça parça  işgal edilmeye başlamış ve  Osmanlı hükümeti düşmüş olmasına rağmen kukla hükümet olarak varlığını sürdürüyordu.

Batı'nın gözünde bir parça da olsa Bizans'ın mirasçısı olarak görünen Osmanlı İmparatorluğu'nun işgalinden sonra Yunanistan kendisini halihazırda zaten Bizans'ın mirasçısı ilan etmişti. Bu sebeple Eski Bizans topraklarını istiyordu. Bunun için de on yıllardır zaten ateşli bir propaganda yapılıyordu. Lloyd George ise beklenilen işareti vermekte gecikmemişti:

"Osmanlı Devletin'nin mirasçısı Yunanistan'dır."

İtalyanlara vaat edilen ganimetler olan İzmir çevresi ve bir miktar ege kıyı olan toprak Yunanlılara peşkeş çekilmişti.

Mustafa Kemal'in İstanbul'da işgale karşı çıkma çabaları da boşa çıkmıştı.  Tek seçenek kalmıştı. Direnişi Anadolu'dan başlatmak. Mustafa Kemal 'in bu hamlesini sırayla kongreler,  bildirgeler, ve görüşmeler takip etti. Direniş ruhu Anadolu'da uyanmaya başlamıştı.  O harap haldeki halk ne hikmetse bir güçle dikilmeye fırsat buldu. Kalktı.  Yürüdü. Kendi bağımsızlığını kazanmak için yüzbinlerce candan geçti.

29 Ekim'de hadi cumhuriyeti ilan edelim diyerek ilan edilmemişti cumhuriyet. Çetrefilli, taş ve çakıl dolu yollarda, yalınayak, bıçak sırtında ilan edildi. ilan edildiğindeyse Mucize gerçekleşmişçesine hızlıca o liderin etrafında gelişmek hevesiyle çalışıldı. Cumhuriyetin ilk 15 yılı boyunca neredeyse küllerinden bir modern devlet kuruldu.

Ama ne olduysa 2.nci dünya savaşından sonra oldu.

1950'li yıllar çok partili dönemin etkisinde resmen bir yeni işgale sahne oldu. Şu anki muhabbetlerin döndüğü tren farikalarının uçak fabrikalarının kapatıldığı Ordunun tamamen teçhizat olarak yabancılaştığı yıllar. NATO adı altında soğuk savaşın ilk yıllarında o meşhur  "eksen kayması" nın yaşandığı yıllar. Amerikan-Türk ilişkileri o zamanlara kadar ki eşit devlet seviyesindeyken bu seviye 1950'li yıllarda abi kardeş. 80'li yıllardaysa tam anlamıyla köle Efendi  düzenine dönmüştü.

Darbeler silsilesiyle Türkiye onlarca yıl olduğu yerde saymakla kalmadı geriledi. 1960 öncesinde iki kutuplu dünya yüzünden, 1960'ta darbe yüzünden, 1970'te radikal sol,radikal sağ ve radikal milliyetçi hareketler yüzünden, 1980'de yine darbe, 1980 darbesinden sonra asala teröründen, sonrnasında Pkk teröründen,  sonrasında yine radikal dinci örgütleri bahane edip duran  siyasetçiler ve onların ekmeğine yağ süren tarikatlar yüzünden ve 90'lar... Benim hatırlayabildiğim tek dönem. ve hatırlamak istemeyeceğim tek dönem de.İşte benim analizini ve hakkında düşüncelerimi ortaya koyacağım konuların başlangıcı.. Sonrasını bir sonraki bölümde anlatacağım.

19 Kasım 2019 Salı

Selamlar...

Her Yol Ayrımı Yeni Bir Başlangıç


Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğu, artık çekilen dertlerden mi ,yoksa tam olarak meraktan mı bilemem ama politik ve siyasi konuları, konumları, sorunları tartışmaya bayılırız. Ben de bunlardan biriyim. Ama benim yaşım pek de en buhranlı zamanları hatırlamaya müsait değil.

Ankara'nın Keçiören ilçesinde çocukluğumu geçirdim. Gecekondu mahallesi kültüründe sobalı evlerde yaşayan kuşağın son temsilcilerindenim  diyebilirim. Benim hatırımda kalan en erken anılar 90'lı yılların sonuna ait. O zamanlar ki o zamanlar anlayacak yaşlarda olmasam da şimdi aklımda çözümleyebildiğim bir çok olaya şahit oldum. En berrak olanı ise  Elinde G3 piyade tüfeğiyle mavi beresiyle çocukluğumuzun en gurur verici yüzleri olan Türk komandolarıydı...

Elimizde oyuncak tüfekler bizim neredeyse en değerli eşyalarımızdı. Olayın vahametini anlamadan çocukla hislerle yaptığımız taşlı boncuklu çatışmalar hep aklımdadır.

O yıllarda gırtlağına kadar borçlarla boğulmuş, bölücü örgüt tarafından askerleri sivilleri memurlarıyla şehit edilen Türk milletinin kinini bastıran tek şeyi inancıydı ve imanıydı. Aynı şeylerin Avrupa'nın herhangi bir ülkesinin başına gelmeden Ortadoğu'dan sivri  dişlerini çekmediklerini hesaba katarsak, bu millette evliya sabrı var demektir.

Askerliğimi Fırat Kalkanı harekatına denk gelmiş ve Gaziantep'e usta asker olarak gönderilmiş bir asker olarak 12 ay uzun dönem askerliğimi yapıp döndüğümde her şeyin bu kadar değişeceğine inanın ihtimal vermezdim. Her ne kadar güvenli bir noktada hiç mermilere, çatışmalara şahit olmamış biri olarak bile bir çok şeye şahit olup bir çok bilgiye öğrenmemiz gereken kadarını öğrenmiştim. Bu bloğa başlama amacım tamamen merak ettiklerimi, araştırdıklarımı, düşüncelerimi birileriyle paylaşma amacıyladır. Liseden sonra sadece politika değil bilime, savuna ve uzay teknolojilerine, mesleğim gereği bilişim teknolojilerine ilgim olduğunu fark ettim. Temelde de yazılarımı paylaşacağım başlıklar bu konular altında olacaktır.

Buradaki yazılan yazılar tamamen kendi görüşlerim ve kaynaklardan elde ettiğim bilgilerle size aktardığım konulardır. Kendi mesleğim dışında da herhangi  bir konuda uzmanlık iddia edecek değilim. Haddim de değildir. Tamamen kendi görüşlerimi aktarma takıntımdan kaynaklıdır. Her Türk vatandaşının az çok hakim olduğu konuları, teknolojileri ki bu sivil veya askerî değil hepsine meraklı bir halk olduğumuzu göz önünde bulundurarak değineceğim konuları aktarmak en büyük isteğimdir. Politik konularda da aynı isteğimin olduğunu belirtmeliyim.

Her zaman kendini geliştirmeye çalışan bir Türk vatandaşı olarak gayem Gazi  M. Kemal Atatürk'ün gösterdiği yolda görevini en iyi yapan bir Türk olmaktır.  Saygılarımla...

Silahlı Drone'ların tarihi

Savaşların kazananı yoktur derler. İnsanlık tarihinden beri savaşlarda üstünlük sağlamak için her türlü yol denendi. Taş ve sopalarla başla...